Paine'in Kemikleri

1 yorum
Thomas Paine. Bağımsızlık Savaşı dönemi Amerika’sının en önemli figürlerinden biri, tarihin ilk bestseller kitaplarından birinin yazarı ve bağımsızlık fikrini III. George’dan korkmadan yüksek sesle dile getiren ilk insanlardan biri. Maalesef bugün kendisinden ve kemiklerinden bahsetmek istiyorum.

Thomas Paine resim
Thomas Paine'in Auguste Millière tarafından
1880 yılında yapılmış resmi
Thomas Paine zamanın birçok Yeni Dünyalısı gibi İngiltere doğumlu bir İngiliz (1737). Fakir bir aileye doğduğu için 12 yaşında okulu bırakıp babasının yanında çıraklık yapmaya başladı. Bir yaşa kadar ufak tefek, vergi memurluğu, denizcilik gibi pek iz bırakmayan işler yaptı.

Londra’da boş vakitlerinde halka açık derslere gitmeyi severdi. Benjamin Franklin’le de burada tanıştı, ki kendisinin Paine’in hayatındaki yerini birazdan göreceğiz. Thomas Paine zamanın diğer anavatanında kök salamamış amaçsız insanları gibi şansını kendi başına ayakta durmanın başkenti olan Amerikan kolonilerinde denemeye karar verdi. Ancak öncesinde Franklin’le bir görüşme ayarladı ve burada Benjamin Franklin Thomas Paine için bir referans mektubu yazdı. Tabi o zamanlardaki böyle bir mektubun değerini şimdiyle kıyaslayamayız bile. Bugün merak ettiğiniz biri hırlı mı hırsız mı öğrenmek için elinizin altında bir dünya yöntem var. 1700’lerde ise birinin güvenilirliğini anlayabilmenin tek yolu güvenilir birinden gelecek bir referanstı. Bu yüzden o zamanlarda türlü türlü saçma sapan dolandırıcılık vakaları inanılmaz yaygındı. Bir kasabaya girip insanları mucizevi bir ilaç veya hızlı büyüyen bir bitki tohumuyla kandırıp sessiz sedasız, hakkınızda sizden önce oraya ulaşmış hiçbir kötü söz olmayan yeni bir kasabaya gidip aynı numarayı oradakilere de çekmek mümkündü. Benjamin Franklin de bu mektubuyla Paine’i mektubu gören insanlara kendi kredisini ortaya sunarak tanıtıyordu. Franklin “Ben Ben Franklin. Bu genç oğlan Thomas Paine’dir. Kendisiyle tanışmanı ve şehrimizi bir tanıtmanı rica ederim.” gibisinden cümleler kurduğu bu mektubu Paine’e vererek Paine’i Philadelphia’daki damadı Richard Bache’e gönderdi.

Paine 1774’te kolonilere vardı ancak anladığımız kadarıyla deniz yolculuğu o kadar berbattı ki 1775’in Ocak ayına dek ortalarda pek görünmez. Kendine geldikten sonra Bache Paine’i şehrin siyasi ve edebi mekanlarına bir tanıtmayı teklif eder. Tabi o zamanlar şehrin edebi arenası kitabevleri, ancak Paine burayı pek sevmiş olacak ki, her gün kitabevine gitmeye başlar. Burada kitabevinin kendisini yeni çıkaracağı Pennsylvania Magazine isimli gazetesinde bir şeyler yazması için davet edecek olan sahibiyle tanışır. Bir süre bu gazetede kurgular, makaleler, yorumlar karalar. Örneğin İngilizlerin günümüzde Endonezya adaları olan yerlerde (East Indies), Afrika’da ve de Amerika’da yerlilere yaptığı kötü muamelesi hakkında henüz bağımsızlık gibi bir seçenek kimsenin aklında yokken “Bu acımasızlık örneği olaylara baktığımda bir gün yüce Tanrı’nın Amerika’yı Britanya’dan ayıracağını düşünmeden edemiyorum. Buna ister bağımsızlık deyin ister başka bir şey, Tanrı’nın ve insanlığın gayesi buysa olacak olan da budur.” diyen bir yazısı var. Zamanın ruhunu, halkın İngilizler olarak milletine bağlılığını ve kolonilerdeki İngiliz egemenliğini düşündüğümüzde oldukça cesur cümleler olduğu açık. Ayrıca Paine’in yazı dilinde insanlara Amerikayla ilgili metafor yoluyla konuşuyormuş hissi veren bir şeyler vardı. Mesela gidip Hindistan’daki (India) İngiliz hükmünü anlattığında insanlar Hindistan’dan kastın koloniler olduğunu düşünürdü. Burada Amerika’nın Hindistan’a ulaşıldığı sanılarak başta India olarak adlandırıldığını ve yerlilere de bu yüzden Indian dendiğini hatırlamak gerekiyor tabi. Neyse, insanlar Paine’in yazılarında kendilerine dair referanslar gördüler ve dolayısıyla ne zaman bu tip şeylerden bahsetse satışlar fırladı. Paine de bu şekilde Benjamin Rush’ın ilgisini çekti. Rush aynı kitabevine gitti ve kendisiyle burada tanıştı. Rush’ın bu tanışmayla ilgili daha sonraki yazılarından anlaşılıyor ki Paine o zaman dahi kolonilerin bağımsızlığının yaklaştığını farketmiş ve savaşı hızlıca sonuçlandıracak önlemler düşünmeye başlamıştı. O dönemle ilgili Paine’in yazılarına göre kolonilere geldiğinde en çok şaşırdığı şey halkın sadakatiydi. Konu hakkındaki sözleri şu şekilde: “İnsanların eğilimlerinin bir iple sürülecek, ince bir kamışla terbiye edilecek kadar yumuşak olduğunu gördüm. Şüphe hızlı ve derindi, ancak Britanya’ya bağlılıkları dirençli ve aksini konuşmak da vatana ihanet mertebesindeydi. Üzerlerindeki nezaretten hazzetmezken uluslarına saygıları sonsuzdu. İnsanların kafasındaki tek şey barış ve uzlaşıydı. Bense taraflar arasındaki husumeti bir davaya benzetiyordum. Bağımsızlık ya da silahlanma gibi arzularım yoktu.”

Sonunda Lexington & Concord muharebesi Paine’in fikrini değiştirerek kendisinin de bir şeyler yapması gerektiğine onu inandırdı. Konuyla alakalı Rush’la da konuşup harekete geçti. Rush görüşmenin ardından bir dostuna yazdığı mektupta Paine’in kesinlikle bulaşmaması gereken iki mevzuyu bağımsızlık ve cumhuriyet olarak belirtmişti ancak Common Sense’e bakınca pek dinlemediğini görebiliyoruz.
Sonunda Paine kitapçığı yazdı, bazı kısımlarını Benjamin Rush’a okuyup başlık konusunda fikrini sordu. Kendisinin aklında Plain Truth (Basit Gerçekler) vardı ancak Rush Common Sense’in daha uygun bir başlık olacağını ifade etti. Bana kalırsa Common Sense’i yer yer sağduyu şeklinde çevirmek mantıklı ancak özellikle son zamanlarda bu söz öbeğini “ortak akıl” diye çevirmeye çalışan tonla siyasetçi mevcut. Dilediğinizi seçebilirsiniz.

Common Sense’e bakınca Paine’in Rush’ı pek dinlemediğini görebiliyoruz dedik. Kitapçığın temel konusu bağımsızlıktı ve argümanları üç şeyi anlattı. Önceden bağımsızlığa karşı ortaya konulmuş argümanları çürüttü, bağımsızlığın aslında ne kadar gerekli ve elde edilebilir olduğunu anlattı ve monarşilerin, sadece İngiliz monarşilerinin değil tüm monarşilerin işe yaramazlığını iddia etti. Tüm bu radikal mesajlar o kadar sade ve halka yakın bir dille anlatılmıştı ki kitapçık büyük bir heyecana yol açarak çok hızlı şekilde yayıldı. Paine kolonilerdeki İngiliz halkının vatanıyla arasında kalmış tek duygusal bağı koparıyor, krallarını yerin dibine sokarak kimsenin fısıldamaya cesaret edemediği şeyleri dillendiriyordu. O tarihe kadar insanların aklına gelmiş olsa da halk arasında seslendirilemeyen bağımsızlık fikri şimdi açık açık konuşuluyor ve yayılıyordu. Paine bir Amerikan milenyumundan bahsediyor, Amerika’nın başarısının tüm insanlığın başarısına bir şekilde bağlantılı olduğunu, Amerikan koloni halkının dünya çapında bir demokrasi devrimi başlatabileceğini söylüyordu. Evet Paine Ocak 1776’da “Yeryüzü üzerindeki en temiz ve saf anayasayı yazmak için elimizde her türlü fırsat ve teşvik var. Yeni bir dünyanın doğuşu yanı başımızda.” demişti. Yaklaşık 10 sene sonra (1787) dünyanın halen yürürlükte olan en eski yazılı anayasasını yaptılar (ülke değil eyalet anayasası olan Massachusetts anayasasını saymazsak).

Bu kitapçığın kudreti sadece sunduğu argümanların gücünden değil, o güne dek kabul gören varsayımları tersyüz etmesinden geliyordu. Paine insanları yaklaşan krize ve aslında tüm emperyal sisteme yeni bir açıdan bakmaya zorladı. Mevcut düşünce gaddar ve çıkarcı insanların varlığında özgürlüğün ancak kurumsallaşmış kuvvetlerin bir tür dengesi sayesinde mümkün olabileceğini, bu sayede kimsenin devlet gücünü tekelleştirip muhalefet olmadan hüküm süremeyeceğini kabul ediyordu. Yani soyluların, kraliyet ailesinin ve halkın güç mücadelesinde eşit payları vardı; iktidardaki bu karmaşıklık iyi bir şeydi çünkü basitlik tekelleşmeye yol açardı. Ancak Paine’e göre bu karmaşıklık yapılan bir hatanın sorumlusunu bulmayı güçleştirmekten başka bir işe yaramıyordu. İngiliz iktidarının bu karmaşıklığı kraliyete ve soylulara avantaj sağlamak amacıyla tasarladığı çok açıktı. Kral savaş ilan etmekten ve destekçilerine hibeler dağıtmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Bu aşamada bu kitapçığın ve içerdiği iddiaların cesaretini günümüz şartlarına göre değerlendirdiğimizde yeterince takdir edemeyeceğimizi tekrar hatırlatmak isterim. Paine o dönem yazılan diğer kitap ve kitapçıklar gibi anayasal soru ve sorunlara ince ve teorik açıklamalar bulmaya çalışmıyordu, aksine bilinen algıları yıkmak, insanlara yepyeni bir seçenek sunmak istiyordu. Diğer çalışmalardaki gibi akademik, rasyonel ve tezlerini savunur bir tonla anlatmıyordu bunları, çok az okuyabilen halkın rahatça anlayabileceği, lafı dolandırmadan doğrudan diyeceğini diyen bir üslupla konuşuyordu. Legal argümanlar, süslü kelimeler, dolambaçlı cümleler yoktu, okuyucularının az da olsa mutlaka İncil’le alakalı bilgileri olduğunu bildiğinden kimi yerlerde bunu kullandı. Kendisinin deyişiyle “abece kadar sade bir şekilde, en basit gerçeklerle, sade savlarla ve ortak akla uygun” bir mesaj vermek istemişti. Diline örnek vermem gerekirse, İngiltere’nin ilk kralı I. William’dan (William the Conqueror) bahsederken “Aklı başında hiçbir insan William’dan gelen haklarının şerefli bir iddia olduğunu söyleyemez. Silahlı çetesiyle gelip, halkın rızasına karşı kendisini kral ilan eden bir Fransız soysuzu dümdüz tabirle önemsiz, aşağılık bir kökendir.” diye yazmış; Kral III. George’u insanlık dışı göstermeye gayret etmiş ve ona karşı “Kendisi hayvanların kademesinden de aşağı düşmüş, dünyada bir solucan gibi alçakça sürünmektedir. … Vahşi hayvanlar bile yavrularını böyle yiyip yutmaz.” gibi zamanın insanlarına gerçekten şok edici gelebilecek tabirler  kullandı. Yer yer ironiye de başvurdu. Benjamin Franklin sildirdiği için kitapçığın final versiyonunda olmayıp sadece taslaklarda bulunan bir cümlede “Londra’dan her gemi gelişinde üç milyon insanın ‘Acaba bu sefer ne özgürlüklere sahip olduk’ diye kıyılara koşmasından daha absürt bir sahne tahayyül edemiyorum.”

Thomas Paine - Common Sense
“The blood of the slain, the weeping
voice of nature cries, 'Tis time to part.”
Tüm bunlar göz önüne alındığında Common Sense’in ilk kopyasının haftalar içinde tükenmesi çok da şaşırtıcı değil belki de. Tüm kolonilerde hatta Avrupa’da yeniden basımlar yapıldı, tam baskının ulaşmadığı yerlerde dahi halkın günlük konuşmalarına, evlere, tavernalara, kitapçılara, kulüplere ve herkesin kulağına bir şekilde girdi. Belki de en büyük etkisi günlük hayatında politika konuşmayan insanları dahi politikanın içine çekip oyuna dahil etmesiydi. Mart 1776’da 125 bin gibi zamana göre devasa sayılara ulaşmıştı. Bu dönemde, hatta 1790 gibi daha da geç dönemlerde bile, New York ya da Pennsylvania gibi bir şehirde iyi bir gazetenin iyi bir tiraj yapmış sayılması için 1000 adet satması gerektiğini düşünürsek rakamın büyüklüğü daha iyi canlanıyor.


Peki Thomas Paine’in hayatının ve Common Sense’in Paine’in kemikleriyle alakası ne? Şöyle. Paine esasında bir Quaker mezarlığına gömülmek istemişti ancak Quaker’lar pek kendi hallerinde insanlar olduklarından bir sürü insanın mezarlığa turistik ziyarete gelmesini istemediler. O yüzden Paine New York taşrasında küçük bir çiftliğe gömüldü. Ancak birkaç yıl sonra William Cobbett adında bir gazete editörü Paine’in daha adına yaraşır bir mezar hak ettiğini düşündü ve naaşı çıkarıp Paine’in memleketi İngiltere’ye götürerek bir anıtmezar yaptırıp oraya gömmek istedi ve planını yürürlüğe koydu. Paine’in cesediyle beraber gemiye atlayıp İngiltere’ye doğru yelken açtılar. Maalesef İngiltere’ye döndüğünde bu harikulade fikrine destek bulamadı. Bu noktada Cobbett ne yapacağını bilemediğinden Thomas Paine’in kemiklerini bir sandığa koyup çiftliğinde işine gücüne bakmaya başladı. Bir süre sonra da öldü. Diğer miras mallarıyla beraber nedense Paine’in kemiklerinin bulunduğu sandık da Cobbett’in oğluna kaldı. Daha sonra -borçlanmış olacak- Cobbett’in oğlunun aralarında bu sandığın da bulunduğu eşyaları açık arttırmaya çıktı. Mezatı yapan kişi bir cesedi satmayı doğru bulmadığından olsa gerek satıştan kemikleri çıkardı ve burada kemikler ortadan kayboldu. Bugün bile Thomas Paine’in kemiklerinin nerede olduğunu bilmiyoruz. 2001 yılında Amerika’da bir dernek Paine’e hak ettiği anıtmezarı yaptırmak için kemiklerin izini sürmeye karar verdi ancak yaptıkları çağrıya dünyanın dört bir yanından cevaplar geldi. Kafatası için Avustralya’dan, kaval kemiği için İngiltere’den doğruluğu kestirilemeyen yanıtlar aldılar. Yani maalesef bugün ABD bağımsızlığının en önemli isimlerinden birinin kemikleri dünyanın dört bir yanında tarihi eser gibi dolaşıyor. Böyle önemli insanları bekleyen son bu olmamalı sanki.

1 yorum :