Jeopolitik Gariplikler: Anklavlar ve Eksklavlar

Hiç yorum yok
Merhaba! Bugünün konusu insanın hayatı zorlaştırmak için bulduğu milyon sebepten biri olan anklav ve eksklavlar. Anklav bağlı olduğu ülkeye sınırı olmayıp başka bir ülke tarafından çevrelenmiş bölgeler demek. Bu bölge tamamen o ülkenin kendisi de olabilirken, ülkenin ana parçasına erişimi olmayan bir yer de olabilir.


Şekil 1: Örneğin yukarıdaki resimde C bölgesi A’nın anklavıyken, B’nin eksklavıdır.


Ülke olarak tamamen başka bir ülkeyle çevrelenmiş olan anklav ülkelere örnek Vatikan, San Marino ve Lesotho. Vatikan ve San Marino malum, Lesotho ise tamamen Güney Afrika Cumhuriyeti’nin içinde yer alıyor.


Şekil 2: Sarı bölge Lesotho, Güney Afrika'nın su ithalatçısı


Buraya kadar kolay. İlginç olan ve bloga taşımaya değecek kısmı ise çok parçalı anklavlar. Hollanda – Belçika sınırındaki Baarle-Nassau / Baarle-Hertog ile başlayalım. Sınırları toprağa dev puzzle parçaları atarak belirlenmiş izlenimi veren bu bölge esasen Hollanda toprakları içinde yer alan ve birçok parçadan oluşan Belçika topraklarından oluşur. Karmaşıklığı orada bitmez, bu Belçika topraklarının içinde yine Hollanda toprağı olan yerler vardır.


Şekil 3: Sarı bölgeler Belçika, açık renkli bölgeler Hollanda toprağı


Kapı komşunun farklı ülkede yaşaması, bir kafede otururken yan kafedeki adamın o an yine farklı ülkede bulunuyor olması, park yerlerinin ortalarından geçmesi yetmezmiş gibi Hollanda – Belçika sınırları bazı evlerin ortalarından geçer. Sınır evin herhangi bir yerinde geçiyorsa sorun yok, evin kapısı hangi ülkedeyse ev de o ülkede sayılıyor. Ama bunun daha uç noktası da mevcut tabi ki.




Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz evde sınır tam kapıdan geçiyor ve kapının iki yanına baktığınız zaman iki ülke için iki kapı numarası ve iki zil görebilirsiniz. Bu evdeki insanlar iki ülkede yaşıyor. Evin iki adresi var, sabah Belçika’daki yatak odasında uyanıp Hollanda’daki mutfağında kahvaltı yapıyorlar.

Bu bölgedeki sınırlar 1800'lü yıllarda belirlenmesine rağmen fiziksel olarak çizilmesine gerek görülmemiş. Tabi bu durum bazı garipliklere de yol açmamış değil. Örneğin Belçika’da yaşadığını sanan Belçikalı bir adam sınırlar çizildikten sonra aslında Hollanda’da yaşadığını öğreniyor. Bu durumun getireceği tonla evrak işiyle uğraşmak istemediğinden dahiyane bir çözüm bularak sadece evin kapısının yerini değiştiriyor. Harika!

Söz konusu ülkeler Hollanda ve Belçika olunca bu durum pratikte çok soruna yol açmıyor. Her iki ülke de Avrupa Birliği üyesi olduğundan serbest dolaşım hakkı var ve her iki ülke (Belçika’nın kuzey kısmı diyelim) insanları da aynı dili konuşuyor. Ama Hindistan ve Bangladeş arasındaki Cooch-Behar’da (Hindistan’a ait) yaşayan insanlar o kadar şanslı değil. Bu bölgede Hindistan topraklarında 92 Bangladeş anklavı, Bangladeş topraklarında da 106 Hindistan anklavı bulunuyor. Sanıyorum aşağıdaki iki harita durumun vehametini benim kelimelerimin yeteceğinden daha iyi anlatır.




Şekil 5&6: Cooch-Behar anklav bölgesi

Pek popüler ama doğruluğu da kesin olmayan bir hikayeye göre bölgenin bu hale gelmesi 18. yüzyılda bölge krallarından Koch Bihar rajası ve Mughal maharajası arasındaki satranç oyunlarına dayanıyormuş. Oyunlarda bölge topraklarını parça parça bahis olarak ortaya sürüldüğü söyleniyor. Hindistan ve Bangladeş arasıda uzun süredir gergin olan ilişkiler buralarda yaşayan 60000 insan için hayatın oldukça zorlaşmasına yol açmış. İki hükümet de diğer ülke eksklavında yaşayan vatandaşların karşı ülkeye kendi topraklarından geçmesine müsaade etmediğinden buradaki insanlar en temel ihtiyaçlardan dahi yoksun kalmışlar. Neyse ki 2011 senesinde iki hükümet bölgedeki sorunu çözmek için konuşmalara başladı. Toprak ve nüfus mübadelesi ve evini bırakmak istemeyen insanlara diğer ülkenin vatandaşlığına geçme seçenekleri ortaya sunuldu. Şu an Bangladeş anlaşmayı onaylamış durumda, Hindistan da Aralık 2013’te tasarıyı Rajya Sabha’yasına (bir nevi lordlar kamarası) sunmuş. Buna rağmen görünen o ki Hindistan toprakları içindeki Bangladeş eksklavı olan Dahagram-Angarpota mevcut haliyle korunacak. Burasının ilginç özelliği ise Bangladeş anakarasına Tin Bigha Koridoru ile bağlı olması ancak bu koridor sadece gündüzleri, ve gündüzleri de bir saat açık bir saat kapalı şekilde çalışıyor. Bölge her açıdan dünyanın en ilginç sınır ihtilaflarına sahip. Bunun en büyük örneği de dünyanın tek “üçüncü derece anklavı” olan Dahala Khagrabari bölgesi. Dahala Khagrabari idari olarak Cooch Behar’a bağlı, ama bir Bangladeş köyü olan Upanchowki Bhajni’nin içinde, Upanchowki Bhajni ise bir Hindistan köyü olan Balapara Khagrabari’nin, o da yine Bangladeş toprağı olan Rangpur bölgesinin içinde. İnsanlar gerçekten hayatlarını zorlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Dil, Yer-Yön ve Konum İlişkisi

Hiç yorum yok
Uzun sürede kenarda köşede kalmış bazı notlarım vardı. Yayımlamaya hazır yazılar değil maalesef, sadece ihtiyacım olduğundan fikir verecek şeyler.

Üniversitedeyken ikinci evimde, kendim o bölümlerden olmamama rağmen iki ev arkadaşım da Amerikan Kültürü ve Edebiyatındandı, yine İngiliz Dili’nden de birçok arkadaşım vardı. O yüzden dil ve kültürün iç içeliği, birbirleriyle etkileşimleri, dil ve politika, politik dilin medyada kullanımı gibi zaten önceden beri ilgim olan konularda direkt bilgi sahibi olma şansım da oldu.

Uzun zamandır başka birileriyle beraber değilsem Türkçe altyazı kullanmıyorum ve senelerdir sizler gibi yabancı filmler izlemenin verdiği alışkanlığın içinde küçük şeylerin farkına varmak güzel oluyor. Örneğin yönler ve yer tarif etme. (Tamamen kendi kafamda bir inceleme yapacağım, akademik bir dayanağı yok şu an için.) Dikkatinizi çekmiştir, takip sahnelerinde polis telsizinden kaçakların konumuna dair sürekli anons geçilir. “5. Caddeden güneye döndüler. Oradan 2 blok sonra batıya.” Sadece polis sahnelerinde olsa teşkilata özgü bir şey deyip geçebilirdim belki ama yer tarifindeki insanlar da aynı şekilde davranıyor. Bunun dışında cadde ve sokak isimlerinin kullanımlarının çok yaygın olduğunu da söyleyebilirim. “On 27th and 3rd”.

Ben Türkiye’de birilerine adres tarif ederken canım çıkıyor. Cadde ve sokak ismi verdiğimde kimse bir halt anlamıyor. Küçük ara sokaklar için bunu belki anlayabilirim. Ama mesela Üsküdar’ın merkeze inen en büyük caddelerden birinin adını verdiğimde kimse anlamayınca garip oluyor. Türklerin geçmişinden gelen kendilerini illa ki daha büyük bir şeyle kıyaslama ihtiyacından mı bilmiyorum. Ama buralarda adres tarifi çevredeki büyük ve bilinen yapılar baz alınarak yapılıyor. Yapı dediysem heykeller, büyük camiler vesaireler değil. Süpermarketler, bankalar ıvır zıvır. O bahsettiğim büyük caddeyi anlatırken Fahri Atabey derseniz kimse anlamıyor. Kiler’in olduğu cadde dersen bir “haa” sesi duyuyorsun. (Kiler’in Fahri Atabey’den daha önemli olması komik.)

-Akbank’ın yanındaki sokaktan giriyorsun.
-Hangi tarafı?
-Sağından işte.
-Bana göre sağı mı?
-Akbank’ı karşına alınca sağdan.

Ebenin amı. (Çizgimi bozdum) Sokağın adını bilsen de söylesen olmuyor mu güzel kardeşim? Niye ömrümden çalıyorsun?

Sonra biraz araştırma yaptım.

Bu durumun bir benzeri yönler için de geçerli. Kaçınız şu an bulunduğunuz yerde güney neresi, batı neresi bilip, güneşin nereden doğduğunu düşünmeden cevap verebiliyor bilmiyorum ama çok yüksek bir sayı olmadığını düşünüyorum.  Ben bir buçuk senedir çalıştığım iş yerinde bilmiyorum mesela. 1940’larda Benjamin Lee Whorf’un dilimizin düşünme şeklimizi kalıpladığı iddiası ne kadar zamanla gözden düştüyse de, dilimizin düşünce yapımızı bir şekilde şekillendirdiği (kalıplamak değil) son yıllarda daha fazla kabul gören bir fikir haline geldi. Bu durum yönler için de geçerli. Her ne kadar adres ve yer tarifi gibi konularda İngilizcede coğrafi yönlerin daha sık kullanıldığını söylemiş olsak da basit şeyler için bağıl yönler kullanılmaya devam edilir çünkü bu hepimize çok normal ve doğal geliyor. Tuzluğu istediğimiz birisine tuzluğun yerini coğrafi koordinatlar kullanarak vermiyoruz sonuçta. En azından böyle sanıyorduk. Ama yapılan keşifler Dünya üzerindeki bazı topluluklarda bağıl yön kavramı olmadığını, sadece sabit coğrafi yönleri kullandıklarını gösterdi. Örneğin Avustralya aborijinlerinden olan Guugu Yimithirr’ler yanıbaşlarındaki nesnelerden, hatta kendi vücutlarından bahsederken bile sağ, sol, yukarı, aşağı gibi yönler yerine kuzey, güney gibi coğrafi yönleri kullanıyorlar. “Biraz sağa kaysana” yerine “Biraz doğuya kaysana”, “Evin güneyindeki masanın kuzeydoğusuna bırakmıştım”, “Ayağını biraz kuzeye kaydır” gibi cümleler onlarda çok normal karşılanır ve bizim sağ-sol, ön-arka gibi tariflerim kafalarını oldukça karıştırır. Böyle bir dilde konuşanların her an bulundukları ortamın farkında olmaları, içlerinde bir pusula varmışçasına hareket etmeleri gerekiyor aksi takdirde günlük hayatta en basit şeyleri anlamakta zorluk yaşayabilirler.

Dünyada farklı kültürlerin de yönlerini bu yöntemle açıkladıkları, dillerinde coğrafi yönleri kullanan insanların inanılmaz derecede hassas bir yön belirleme duyusuna sahip oldukları fark edildi. Bunu test etmek için yapılan bir denemede sabit yön kavramına sahip dillerden biri olan Tzeltal dilini (Meksika) konuşan bir adam kör karanlık bir odada, gözleri bağlanarak 20 kez kendi etrafında döndürülüyor ve sorulduğunda hiç tereddütsüz doğru yönü gösterebiliyordu.

Anlaşılan dil ve beynin düşünme yapısı arasındaki bağlantı tam olarak çözülmese de konuştuğumuz dilin yer-yön tarifi, mevki belirleme gibi konularda bize bir etki yaptığı da göz ardı edemeyiz.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Psikolojinin Siyasi Kullanımı

Hiç yorum yok
1850'lerde, Amerikan İç Savaşından hemen önce Dr. Samuel Cartwright tarafından sadece kölelerde görülen drapetomania ve dysesthesia aethiopica adlı çok esrarengiz iki psikolojik bozukluk teşhisi konur. Buna göre drapetomania hastası köleler, inanılmaz ama, esaretten kaçmak için yanıp tutuşuyorlardı. Cartwright'a göre bu hastalığın diğer zihinsel hastalıklardan farkı yoktu, dolayısıyla tedavi edilebilirdi. Cartwright hastalığın sebebi olarak kölelere fazla özgürlük verilmesini belirlemişti ve tedavi amaçlı şiddet uygulanabileceği öngörülmüştü. Dysesthesia aethiopica ise kölelik yapmaya karşı şiddetli iğrenme ve nefret duyulması hastalığı olarak tanımlandı. Buna göre bu hastalığın diğer semptomları arasında serserilik ve mala mülke sahip çıkmama yer alıyordu. Tedavi olarak da günümüzde de her şeyin ilacı olan hastayı güneş altında ağır fiziksel işe maruz bırakmak uygun görüldü.

Tabi insanlar tarafından çıkar amaçlı çıkarılan bu psikolojik bozukluklar tamamen geçmişte kalmış bir adet değil. Rusya 1960 ve 70'lerde psikoloji bilimini siyasi çıkarları için tersyüz etmişti. Paranoyanın tanımını devlet fikirleriyle çelişmeyecek şekilde değiştirip bu konunun geçtiği her yazıya sağlam bir Orwell referansı sağlama imkanı sunmuşlardı. (Insert one here) Rusların o dönemde kullanıkları bir söz: "Truth and justice are commonly found in the personality of the paranoid delusional" durumu gayet iyi özetliyor sanırım.

Günümüzde de Rusya ve Çin'de politik 'mani'ler mevcut. Semptomlarından birisi etrafındaki insanları devrime ve siyasal bir değişime ikna etme çabası. Çin'deki örnek ise daha uç olarak pankartlar, dövizler taşımak, slogan atmak, siyasi meselelerde fikir beyan etmek gibi gerçekten akıl almaz bir semptom listesine sahip. Bakın, cidden! Bir insan nasıl olur da siyasi meselelerde fikir beyan edebilir ki? İnsanlarda ahlak kalmamış gerçekten.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder